Cumhuriyet edebiyatının temelinde İstiklal Savaşı ve Atatürk devrimleri vardır. Şiirler, romanlar, hikâyeler bu iki konu ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılıdır. Milli duygu ve heyecan geliştirmeye yönelik bu çabalar Milli edebiyatın bir devamı niteliğindedir. Milli edebiyatla başlayan halka inme, Anadolu’yu Fotoğraflarhemen bütün tarih kitaplarında vardır. 'AKP öncesi ve sonrası Türkiye' diyerek paylaştı İlhan Selçuk'un Yazıları 21 Haziran 2010 tarihinde yitirdiğimiz 15 Temmuz: Öncesi, Kendisi ve Sonrası. 15 Temmuz gecesini belki de en iyi anlatan fotoğraflardan biri: Bir yerde hainlik, bir yerde iman!. Türk halkı 15 Temmuz gecesi cumhuriyet tarihinin en alçakça ve korkakça darbe girişimiyle yüz yüze geldi. TSK’nın komuta kademesi dışında gerçekleşen ve ordunun içine sızmış PressRelease. 80’s and Art Production in Turkey Karşı Sanat Çalışmaları April-May 2005. Exhibition Concept : Beral Madra The exhibition entitled “A Balance” is realized within the initial mission of Karşı Sanat, to pursue and revive the cultural memory, will document and question the art production in the 80’s, with its political, economic and social background, facts and issues. Sanmam biraz utanma eziklik hissetmiş olsalardı, 6-7 Eylül’ü anma günündeki resim sergisi tablolarını iyi giyimli, kravatlı, medeni görünümlü ama medeniyetten hiç nasibini almamış olan çocukları, torunları duvardan indirip yere atmazlardı. 1955. 6-7 Eylül olayları, öncesi ve sonrasında süregelen bu tür olaylar Canlıtanıkların yanı sıra, açık ve ulaşılabilir video kayıtları, fotoğraflar ve röportajlar bu vahşeti belgelemektedir. 3 Mart 1992 tarihli Boston Globe gazetesinden Paul Ouinn'in 0CIC. Bir süredir anılarımı derlemeye, arşivime bir düzen vermeye uğraşıyorum. Bu nedenle bazı günler bir sürü eski fotoğrafla sarılmış olarak buluyorum kendimi. İlhan Selçuk bir yazısında şöyle demişti “Fotoğrafta donmuş olan zaman, bir anın sürekli geleceğe taşınmasından oluşur. Duran zamandır fotoğraf...” O “duran zaman”lar çevremi alıp, kendi varlıklarını hatırlatıyorlar bana. Ben de çekildikleri andan bugüne geçmiş zamanı biriktirmiş bakışımla yanıtlıyorum onları. Sepya sarılığı içinden bana bakan yüzleri zihnimde canlandırmaya, kâh eskiye dönüp fotoğrafın anını onlarla paylaşmaya, kâh sonraki yaşam çizgileri üzerine kafa yormaya çalışıyorum. Sağmalcılar Cezaevi Bu fotoğraf Sağmalcılar Cezaevi’nde çekilmişti. Solda ben, ortada Ayşe Bilge Dicleli, sağda Ayşe Baykara... Sene herhalde 72 olmalı. Çünkü 30 Mart’ı orada yaşamıştık. Bu üç isim hali, yani “Ayşe Emel Mesci” ve “Ayşe Bilge Dicleli” bize 12 Mart döneminin armağanıdır. Herkes bana “Emel” derdi, hepimiz de “Ayşe Bilge” değil, “Bilge” derdik. Hem bizler hem de kamuoyu göbek adlarımızla “Ayşe” 12 Mart’ın sonu gelmez tutuklama bildirileri, nüfus cüzdanına göre yazılmış iddianameler ve basında çıkan haberler aracılığıyla haşır neşir olduk. Bilge ile Sağmalcılar Cezaevi’nde kısa bir dönemi paylaştık. Ben 24 sanıklı davadan gelmiştim, o 256 sanıklı davadan... Zaten Sağmalcılar Cezaevi o dönemde son dağıtımdan önceki merkez gibiydi. Yolların kesiştiği, tekrar ayrıldığı, insanların önce yan yana gelip sonra uzaklaştığı bir terminal binasını andırıyordu. Bir müddet sonra hepimizi nihai cezalarımızı yatacağımız cezaevlerine dağıtmışlardı. Gülümseme Yumuşak, sevecen ve çok iyi eğitimli bir kız olarak yer etmiştir zihnimde koğuş arkadaşım Bilge. Bu fotoğrafı ise ne zaman görsem gülmeden edemem. Çünkü işin aslı, dansçı olan benim, konservatuvar mezunuyum, ama fotoğrafta Ayşe Baykara Kâmil Dede’nin baldızıydı ve benim aramda estetik pozu ve doğru ayak duruşunu Bilge yakalamış. Sağmalcılar Cezaevi’nde kesişen yollarımız sonra ayrıldı gitti, bir daha karşılaşmadık. Belki Türkiye’nin 12 Eylül öncesi ve sonrası siyasi fırtınalarında göz gözü görmez bir hale gelen hava da bunda etkili olmuştur, bilemiyorum. Ben Bilge’nin özellikle kadın mücadelesi alanında gösterdiği çabayı hep saygıyla, takdirle izledim. Ama belleğimdeki Bilge Dicleli imgesini ne siyaset, ne kadın mücadelesi, ne başka bir şey belirliyor. Donmuş bir zamana, bir fotoğraf karesine sıkıştırılmış birkaç aylık cezaevi arkadaşlığından günümüze, “Üç Kızkardeş”in finalinde Olga’nın sözleriyle “Ah bir bilsek, bir bilsek...” diyerek bakan o üç genç kızın bakışlarıdır benim için Bilge. Hayatım boyunca onun adı ne zaman geçse hem ruhumla hem yüzümle hep gülümsedim. Onunla birlikte çalışma, mücadele etme, üretme, yaşama olanağı bulmuş herkes neyi ifade etmeye çalıştığımı çok iyi anlamıştır, eminim. Bu gülümseme için sana çok teşekkür ediyorum Bilge Dicleli, yolun açık olsun. İlk çağlarda büyü ya da tapınmak amacıyla yapılan basit insan figürleri sonraları gelişim göstermiş ve konuyu anlatmada en önemli obje olmuştur. Her amaca hizmet edecek şekilde değişen insan bedeni her zaman resmin ana ifadesi olarak kullanılmıştır. İnsan yaşadığı çevreyle kültürle, dinle, yaşamın her alanıyla, bedeni ve anatomisiyle her zaman sanata malzeme olmuş, onun beslenmesini sağlamıştır Tarihte anatomi resimleri bugün ki gibi dünyanın her yerinde aynı değildir. Avrupa, İslam- Selçuklu, Osmanlı, Çin Uygur tıp metinlerinde hep anatomik çizimler bulunmaktadır. Sanat için yapılan açıkça estetik arayışı simgeleyen çalışmalar bilimsel içerikli olan yapıtlardan elbette farklıdır. Çağlar boyu insan vücudu, sanatçılar için bir anlatım aracı olmuştur. İnsan vücudunun iç yapısını inceleyen anatomistlere en büyük destek sanatçılardan gelmiş ve insan bedenini gerçekçi tasvir etmek amacıyla ünlü ressam ve heykeltıraşlar, kadavra disseksiyonlarına katılmışlar, üstün yetenekleri sayesinde disseke edilmiş anatomik preparatların gerçekçi resimlerini yapmışlardır. Musevilik, Hıristiyanlık, İslam gibi tek tanrılı dinlerde insan bedenini kutsal kabul edilmsiyle sanatsal tasvir de yasaklanmıştır. Daha sonraları Rönesans’ın en önemli özelliklerinden olan akılcı düşünceyi temsil eden bilim ile sanat arasındaki uyumla ortaya çok başarılı anatomik değeri yüksek eserler ortaya çıkmıştır. Böylece Artistik Anatomi kavramı doğmuştur. Bu süreçte Leonardo da Vinci ve Michelangelo gibi sanatçılar ile Vesalius ve Albinus gibi bilim adamları bu doğuşa öncülük etmişlerdir. Mısırlıların mumyalama sırasında anatominin bazı konularıyla ilgilenmiş oldukları da bir gerçektir. Fakat anatomi çalışmaları yapmaya yönelik bilinen ilk girişimler Batı’da Aristoteles tarafından yapılmıştır. Biyoloji biliminin kurucusu olan Aristoteles, bitkilerde ve hayvanlarda inceleme amaçlı kesmeler uygulamış fakat insan üzerinde denemeler yapmamıştır. Anatomi alanında en önemli isim Vesalius’tur. 1514 -64 Anatominin kurucusu sayılan Vesalius, pek çok hayvanın anatomisini, insanın ki ile karşılaştırmış ve türler arasındaki farklılıkların neler olduğunu ortaya koymuştur. Vesalius biyolojinin morfoloji olarak tanımlanan ve pratikte anatomi ile hemen hemen eş anlamlı olan dalnıı da ortaya çıkarmıştır. 1543 yılında henüz 28 yaşında yazdığı De Humani Corporis Fabrica’ adlı eseri ile büyük yankılar yaratmıştır ki bu eser tıbbın temeli ve girişi olarak tanıtılmaktadır. Leonardo da Vinci ise Resim Sanatı ile İnsan Anatomisi arasında anlamlı ilişkiler kurarak Artistik Anatominin temellerini hazırlayan modern anatomi çalışmaları yapmıştır. Onun çok eski dönemlerde insanın yapısı hakkındaki gözlemleri ve bulduğu orantılar hala geçerliliğini korumaktadır. Türk resim sanatımızda böyle uygulamalara yer verilmediğinden insan figürü konusunda Batı kadar başarılı olamadığımız açıktır. Bir önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi sanatçılarımız insan figürünü toplumsal ve duygusal yönden ele almışlar anatomisiyle ilgilenmemişlerdir. Bu konuya en yakın örnek 1914 Çallı kuşağı olmuştur diyebiliriz. Cumhuriyete girerken figüre olan ilginin ne denli artığını açıklamıştık. Osman Hamdi’nin ilk uyguladığı figür örneklerinden sonra 1914 Kuşağı akademik bir anlayışla figüre ağırlık vermiş, empresyonist bir üslupla yaptığı figür çalışmalarını tercih etmişlerdir. Mihri Müşfik Hanım ilk kez kadın modeli atölyeye sokmuş ve modelden çalışmayı desteklemiştir. Bazen kadınlar hamamından Ermeni ve Rum asıllı modeller bile bularak çalışmalarını sürdürmüş çıplak figür üzerinde anatomik incelemeler yapmıştır. Çıplak erkek modeli ise sorun olmuş bu nedenle Arkeoloji Müzesindeki torslardan yararlanarak vücudun anatomik yapısını incelemeye çalışmışlardır. Fakat öylesine kör bir düşünceyle bu çalışmalar şikayet edilince Bakanlık tarafından yasaklanmıştır. Bu nedenle Batı kadar ilerleyemediğimiz sanatsal anatomi hep bir sorun olarak karşımıza çıkmıştır. Müşfik’in insan bedeni incelemeleri ve modelden çalışmalarının eserlerine büyük oranda katkı sağladığı açıktır. Aslında ilk olarak insan figürünü konu alan ve Avrupa’da sanatsal anatominin çekirdeğinde eğitim alan Osman Hamdi’nin neden çıplak figürü ve anatomiyi ele almadığı da karşımıza çıkmaktadır. Önyargılar ve cehaletin gölgesinde ortaya çıkan, İslam da figür yasağı da olduğumuz halde hala daha yaygın inanışı sürdürüyor figür resmi yani canlı bir varlığı resmetmenin günah olduğu yönünde inançlara bürünüyor ise o dönemde yetişmiş bir sanatçının da neden bu alana eğilmediği ya da eğilemediği çok açıktır. Bunun Allah’a sirk koşmak olduğunu düşünen bir toplum içinde yetişmek ve bu katı kurallara boyun eğmek zorunda kalmak ister istemez O’nu bundan alı koymuştur. Türk sanatında Batı gibi anatomi ve figür adına bilfiil çalışmalar yapılmış olmasa da zamanla resmin içine yerleşen figür resmi bugün hala sanatın mihenk taşını oluşturmaktadır. SONUÇ Yasak olan insan figürü, Türk resim sanatının içine batılılaşma eğilimleriyle ülkeye gelen, yabancı ressamlarla girmeye başlamıştır. XIX.’yy da insan figürünü resmetmekten çekinen sanatçılar, Avrupa’dan döndüklerinde figürü Türk sanatının içine sokmaya çalışmışlardır. Bu konudaki çalışmaları başlatan kişi ise Osman Hamdi olmuştur. Modele dayalı sanat eğitimi içinde insanı konu alan 1914 kuşağıyla ise figür anatomik özellikleri göz önüne alınarak incelenmiş ve resmin ana konusu olmuştur. Bu araştırmada Cumhuriyet’e girerken figüre olan ilginin ne denli artığını açıklayan bölümleriyle bize ışık tutmaktadır. Figürün akademik bir eğitim gerektirmiş olması, bu konuyla ilgili sanatçıların sınırlılığını etkileyen faktörlerden biridir. Bu nedenle resim sanatımızın oluşumu içinde, döneminin en belirgin anlayışta figür çalışılan isimlerine değinilmiş, konu onlar çerçevesinde incelenmiştir. Türk resim sanatı, Batı’da XIX. yy. ortalarında gelişmeye başlayan anlayış ve tekniğe uygun olarak 1914’te yeni bir tekniğe bürünmüş ve çağdaş eğilimlere doğru yol almıştır. Avrupa’yı sarsan I. Dünya Savaşının etkisiyle Batıda bulunan genç ressamlarımızın yurda dönüşü ile bu süreç başlamıştır. Türk resim sanatının ilk dönemlerinde figürün resimdeki bedensel durumu, mekân içerisinde ki konumu açısından incelendiğinde kapatılmışlık olgusuna yoğun bir eleştiri yöneltildiği görülmektedir. Resimlerdeki figürlerin mekân ve nesnelerle kurduğu ilişki ile birlikte bu figürlerin ifadelerinin genel olarak bedenin kapatılmışlık durumunu vurguladığını görebilmekteyiz. Cumhuriyetten sonra ise modernleşme süreciyle figürün resim içindeki konumu değişmiş ve daha modern, daha çağdaş, özgür insan bedenleri resmin içine girmiştir. Cumhuriyet’in hemen ardından 1930’lu yıllar da Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği ile farklı bir amaca bağlanan insan figürü Çallı kuşağının tensel anlatımından uzaklaşmış, yerini konstrüktivist anlayıştaki figür yorumlarına bırakmıştır. D grubuyla ise figür giderek soyutlanmış ve anlamsızlaştırılmıştır. Bu nedenle Çallı kuşağının figürlerinde olduğundan çok farlı bir gelişim göstermiştir. Müstakiller ve D gurubu sanatçılarıyla birlikte figür duraklama dönemine girmiş, konu olmaktan uzaklaşmıştır. 1940’lı yıllarda yeniler gurubu ve CHP yurt gezileriyle yeniden hayat bulan figür toplumsal yönleriyle ele alınmıştır. Bu dönemde figür resmi için köy ve Anadolu yaşamı başlamış, sanatçılar bu yaşamdan kesitleri figürlerle anlatmayı tercih etmişlerdir. Bu nedenle figürler anatomik açıdan bir kaygı taşımadan, atölye ortamından çıkmış, doğanın bir parçası olarak tuvallere aktarılmıştır. Bu dönemde tuvallerde ki insan figürü yaşamın kendisi olmuştur. 1950’li yıllar da ise figür Çallı kuşağından sonra bir kez daha parlamış, büyük bir gelişim göstermiştir. Özellikle yöresel halk değerlerini yansıtan figür çalışmalarıyla bilinen Neşet Günal, yöresel figür resminin öncüsü olmuştur. İnsan toplumun içinde yer alan bir varlık olması nedeniyle çoğu zaman sanatçıların eserlerinde toplumsal nitelikleri yansıtan bir simge olarak karşımıza çıkmaktadır. Cumhuriyet öncesi ve sonrası olmak üzere döneminin en önemli sanatçılarına yer vererek incelediğimiz insan figüründe çok önemli hamleler yapılarak her dönem farklı boyutlarda değişikliklere gidildiği görülmektedir. 1970’ler ve sonrasında ise gelişimini hızla sürdüren figür resmi, farklı bakış açıları, farklı istekler, farklı duygular, farklı yorumlarla şekillenmiştir. Sanatçılar insan bedenini kullanarak kimi zaman iç dünyalarını, kimi zaman toplumun sorunlarını, kimi zaman yaşadıkları bir olayı, okudukları bir romanı anlatma yoluna gitmişler, yüzey her ne olursa olsun onu bedenle doldurmayı seçmişlerdir. Ortak noktaları olan insan bedeninde buluşan bu sanatçılar anlatmak istedikleri konuyu, izleyiciye insanla anlatmışlardır. İnsan bedeninin muhteşem şeklini kendi yorumlarıyla birleştirmişler ve insanı konu alarak yapılan resmin gücüne inanmışlardır. Özer Kabaş deniz ve insanı birleştirirken, Neş’e Erdok her gün defalarca kez yanından geçip ama fark edemediğimiz insanları bize fark ettirmeye çalışmış, Aydın Ayan her zaman anlatılanın insan olduğunu savunmuş ve gerçekçiliğe dikkat çekmek istemiş, Komet ise düş ile gerçek arası yolculuğuna figürle çıkmıştır. Zihinler ve bedenler farklı olsa da kağıt ya da tuval üzerinde ard arda gelen çizgilerle tüm bedenler aynı yüzey üzerine indirgenmektedir. İşte bu noktada bu sanatçıların hemen hemen hepsinin tek bir ortak noktası ortaya çıkmaktadır. İnsan… İşte bu nedenle, bu önemli varlığı yakından tanıyarak eserlerimizde yer vermemizin sanat anlayışı açısından topluma büyük katkılar sağlayacağı kanısındayım… Figür, her kim olursa olsun sanatın içinde her daim yer alacak başlıca konu olacaktır… BİBLİYOGRAFYA AKSOY, Fahir, “İslam’da Resim Yasağı ve Osmanlılar”, Sanat Çevresi, İstanbul 1980. AKSOY, Fahir, Naif Sanat ve Türk Naifleri, Akbank Yayınları, İstanbul 1990. AND, Metin, “Din Yasağı, Osmanlı Minyatürlerinde Çıplaklığa ve Erotik Konulara Yer Verilmesini Önleyemedi”, Milliyet Sanat, S. 279, İstanbul 1978. AND, Metin, Osmanlı Tasvir Sanatları 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2004. ANONİM, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, TTK, Ankara 1989. ARIK, Rüçhan, Batılılaşma Dönemi Anadolu Tasvir Sanatı, Ankara Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1988. ARSAL,Oğur, Modern Osmanlı Resminin Sosyolojisi, Çev; Tuncay Birkan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000. ARSEVEN, Celal Esad, Sanat ve Siyaset Hatıralarım, İletişim Yayınları, İstanbul 1993. BAŞAĞA, Ferruh, “Figüre Dönük İlk Ressam Osman Hamdi Bey”, Sanat Çevresi, İstanbul 1987. BAŞKAN, Seyfi, Tanzimat’tan, Cumhuriyete Türkiye’de Resim, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1990. BERGER, John, Görme Biçimleri, Metis Yayınları, İstanbul 2003. BERK, Nurullah, - Gezer, Hüseyin, 50 Yılın Türk Resim ve Heykeli, İş Bankası KültürYayınları, İstanbul 1973. BERK, Nurullah, - Özsezgin, Kaya, Cumhuriyet Dönemi Türk Resmi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 1983. BERK, Nurullah - Turani, Adnan, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, Tiglat Yayınları, İstanbul 1981. BEYKAL, Canan, “Müstakiller ve D Grubu”, Hürriyet Gösteri Dergisi, S. 87, Şubat 1988. BİÇİNCİLER, H, İnsan Figürünün Tarihsel Süreç İçinde ve Günümüz Sanatında Kullanılması, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi İstanbul 1990. CEZAR, Mustafa, “Ressam Osman Hamdi Bey”, Sanat Çevresi, S. 100, İstanbul 1987. CEZAR, Mustafa, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 1971. CEZAR, Mustafa, “Osmanlılarda 18. Yüzyıl Kültür ve Sanat Ortamı”, 18. Yüzyılda Osmanlı Kültür Ortamı Sempozyumu Bildirileri, 20- 21 Mart 1997, İstanbul 1998. ÇAMKIRAN, F., Türk Resminde Figür Başlangıcından II. Dünya Savaşı’na kadar, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Güzel Sanatlar Ana Bilim Dalı Resim Programı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1995. ÇEÇEN, Kazım, İstanbul Teknik Üniversitesinin Kısa Tarihçesi, İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Araştırma Merkezi, Yayın No7, DAL, Esin, “Türk Resim Eleştirisine Genel Bir Bakış”, Türkiye’ de Sanat, S. 24, s 27- 28, Mayıs/Ağustos 1996. DAL, Esin, “Nuri İyem”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, YEM Yayıncılık, İstanbul 1997. DİNO, Abidin – Kemal, Yaşar, Yüzler, Sel Yayıncılık, İstanbul 2005. DOĞANAY, S., Türk Resminde D Grubu, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim-İş Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1992. EDGÜ, Ferit, “İzlenimciler İçin Önemli Olan “Çıplak”ın Renk ve Titreşim Olarak Sanatçıda Yarattığı İzlenimdir”, Milliyet Sanat, S. 267, İstanbul 1978. EĞRİBEL, E. İ, Resim Sanatı ve Türk Resminde Batılılaşma Eğilimleri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 1990. ELİBAL Gültekin, Atatürk ve Resim Heykel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1973. EPİKMAN, Refik, Osman Hamdi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1967. ERSOY, Ayla, Günümüz Türk Resim Sanatı 1950’den 2000’e, Bilim Sanat Galerisi Yayınları, İstanbul 1998. ERSOY, Ayla, 500 Türk Sanatçısı Plastik Sanatlar, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2004. ERTEN, Oğuz, “Hale Asaf’ın İsmail Hakkı Oygar Portresi”,Lebriz Sanal Dergi, Yayın tarihi 16 Eylül 2008, 2009. ERZEN, N. Jale, “Türk Resminde Figür”, Boyut Güzel Sanatlar Dergisi, İstanbul 1984. EYYÜBOĞLU, B. R. – Güvemli, Z., Çağdaş Türk Resminden Örnekler, Akbank Yayınları, İstanbul 1982. GERMANER, Semra, 18. Yüzyıl Avrupa Resmi, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1996. GERMANER, Semra, “Osman Hamdi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, YEM Yayıncılık, İstanbul 1997. GERMANER, Semra, Cumhuriyetin Renkleri Biçimleri, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999. GİRAY, Kıymet, Çallı ve Atölyesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1997. GİRAY, Kıymet, “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, YEM Yayıncılık, İstanbul 1997. GÖNENÇ, Turgay, “Zamanın Sularında Tarihsiz Günlükler ”, Sanat Çevresi, İstanbul 1985. GÖNENÇ, Turgay, Kırk Yılın Derinliği Nedim Günsür’un Resmi, Ada Yayınları, İstanbul 1995. GÖREN, Ahmet Kamil, “Türk Resim Sanatında Figür Sorununun Evreleri”, Sanat Çevresi, S. 190, İstanbul 1994. GÖREN, Ahmet Kamil, 50. Yılında Akbank Resim Koleksiyonu, Akbank Yayınları, İstanbul 1998. GÖREN, Ahmet Kamil – Oktay, Ahmet – Öztürk, Arzumen – Tanyeli, Uğur, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Sanata Yaklaşım ve Sonuçları”, Sanat Dünyamız, Yapı Kredi Yayınları, 96, İstanbul Güz 2003. GÜRTUNA, Sevgi, “1914” Kuşağı Ressamlarından, Namık İsmail,” Ayın Sanatçısı, Antik GÜVEN Mahir, “Mahir Güven’in Kendi Hakkında Bir Yazısı”, 23. HAŞİM, Nur Gürel, “Osman Hamdi Bey ve "İkonografi"si”,Eczacıbaşı Sanal Müzesi, HIZLAN, Doğan, “Tuvalin arkasındaki yazılar”, Hürriyet, Mayıs 2005, 23. İNAL, Güner, Türk Minyatür Sanatı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1995. İPŞİROĞLU, Mazhar S., İslam’da Resim Yasağı ve Sonuçları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005. İREPOĞLU, Gül, “18. Yüzyıl Betimlemesine Bakış”, 18. Yüzyılda Osmanlı Kültür Ortamı Sempozyumu Bildirileri, Sanat Tarihi Derneği Yayınları 3, İstanbul 1998. İREPOĞLU, Gül, Levnî nakış şiir renk, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1999. İSKENDER, Kemal, “Türk Resminin Figüratif Açıdan Görünümü”, Türkiye’ de Sanat, S. 12, s39-43, Ocak/Subat 1994. İSKENDER, Kemal, Türk Resminde İnsana Bakış, Kataloğu, İstanbul 1996. İSLİMYELİ, Nüzhet, Asker Ressamlar ve Ekoller, Doğuş Ltd. Şti, Ankara 1965. İSLİMYELİ, Nüzhet, Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi, Sanat Yayınları, Ankara 1967. KAYNAK, Mesut, Kur’an da Kadın, Matbaa Yayıncılık, İstanbul 2003. KUNT, Metin, “Siyasal Tarih 1600- 1789” Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600- 1908, Cem Yayınevi, İstanbul 1997. KURAN, A. “Osmanlı Mimarlığı ve Sanatı”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, YEM Yayıncılık, İstanbul 1997. MADRA, Beral, “1987’ de Çağdaş Türk Sanatı Kimliği”, Hürriyet Gösteri Sanat Eki, s 33, İstanbul 1987. MAHİR, Banu, Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2005. MÜFTÜOĞLU, Mustafa, Orkun, “Aydın Ayan’nın Anıtsal Başları/ Beşi Bir Yerde”, Sanat Çevresi, İstanbul Mart 2005. ÖNDİN, Nilüfer, “Cumhuriyet’in Kültür Politikası ve Sanat”, Sanat Dünyamız, Yapı Kredi Yayınları, 157, İstanbul Güz 2003. ÖZDEMİR, Soner, Nuri İyem Bağımsız, Gerçekçi, Türkiye’ ye Özgü Resim, Dünden Bugüne Nuri İyem, Evin Sanat Galerisi, C1, İstanbul 2002. ÖZERK, Ali - Turgut, Ali - Karaman, Hayreddin - Dönmez, İbrahim Kafi - Çağrıcı, Mustafa - Gümüş, Sadreddin, Kuran-ı Kerim Türkçe Açıklamalı Meali, Hadimü’l-harameyni’ş-şerifeyn Kral Fehd Mushaf-ı Şerif Basım Kurumu, Medine-i Münevvere 1992. ÖZSEZGİN, Kaya, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, C. 3, Tiglat Yayınları, İstanbul 1980. ÖZSEZGİN, Kaya, “Figür Kaynaklı Bir Metamorfoz”, Argos Dergisi, İstanbul 1991. ÖZSEZGİN, Kaya, İbrahim Çallı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1993. ÖZSEZGİN, Kaya, Türk Plastik Sanatları Ansiklopedik Sözlük, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1994. ÖZSEZGİN, Kaya, Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Resmi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cumhuriyet Dizisi 20, İstanbul. PELVANOĞLU, Burcu, “Sıradışı Bir Sanatçı Portresi Hale Salih Âsaf”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, İstanbul 2006. RENDA, Günsel, “Minyatür Sanatı”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, YEM Yayıncılık, İstanbul 1997. RENDA, Günsel, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı 1700- 1850, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara 1977. RENDA, Günsel – Erol, Turhan, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, Tiglat Sanat Galerisi Yayınları, İstanbul 1980. RENDA, Günsel – Erol, Turhan, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı, HacettepeÜniversitesi Yayınları, Ankara 1977. RENDA, Günsel – Erol, Turhan, Tanzimat’tan Önce Selçuklu ve Osmanlı Toplumunda Kadınlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993. SANAL MÜZE, Arşiv, Ulusal Sanat Yapıtı Koleksiyonları, Eczacıbaşı Sanal Müze Koleksiyonlar, SARIDİKMEN, Gül, “Resimde Uzanan Çıplak’”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, İstanbul 2006. ŞANLIER, Zeynep, “Sanat ve Toplum Açısından On Yıllık Bir Döküm”, Sanat Dünyamız, Yapı Kredi Yayınları, 143, İstanbul Güz 2003. TANALTAY, Erdoğan, “Sanat Ustalarıyla Birgün”, Sanat Çevresi, Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 1989. TANSUĞ, Sezer, Çağdaş Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul 1986. TANSUĞ, Sezer, “Osman Hamdi Bey’in Resminde Üslup Ayrımları”, Hürriyet Gösteri, S. 119, İstanbul 1990. TANSUĞ, Sezer, 30 Nisan 2015 Perşembe, 1514 TEOG sınavları bugün saat tamamlandı. 1 milyon 282 bin 512 öğrencinin ter döktüğü sınavla ilgili foto yorumlar sosyal medyada peyleşılıyor. İşte o foto-yorumlardan bazıları En Çok Okunan Haberler Batılı anlamda Türk resminin gelişmesinde Askeri okulların önemi kesinlikle yadsınamaz. Bu askeri okulların önemli olmasının sebebi ise Osmanlı’da yenileşme hareketlerinin ordudan başlatılması ve bu okullardaki eğitim programlarının öncelikle düzenlenmesidir. Asker ressamlar olan ilk dönem ressamları Ferik İbrahim Paşa, Ferik Tevfik Paşa, Hüsnü Yusuf gibi isimler gerçek anlamda resim sanatını ilk uygulayan ressamlardandır. Bu sanatçıların tarz olarak belirgin bir tarzlarının olmamasına rağmen temel oluşturmak açısından oldukça önem taşırlar. Söz konusu askeri okulların mezunları olan bu kuşak özellikle figürsüz manzara konusunda eserler verdiler ki bu aldıkları eğitimle doğru orantılıydı. Bu nedenle topografik ve teknik eğitim doğaya olan meraklarını arttırmış, arazi çalışmalarını önemli kılmıştır. Akademik sistemin bir parçası olan figür eğitiminin verilmemiş olması manzara resimlerinin neden figürsüz olduğuna bir açıklık getirmektedir. III. Selim’in senatoya verdiği önemle Osmanlı topraklarına giren sanatçı sayısı artmıştır. Bu dönemde batının doğuya ve Osmanlıya olan ilgisi artmış, 18. yy’da Osmanlı ve batı arasındaki ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır. Cezar Osmanlı’ya karşı artan bu ilgiyi şu şekilde açıklar; “…özellikle 18. yy’ ın son çeyreğinde İstanbul’a fazla sayıda ressamın gelip çalışmalarda bulunuşu, bazı Osmanlı devlet adamlarını da, herhangi bir şekilde onların çalışmalarını gören, resme ilgi duyan kimseleri de, çeşitli yönden etkilese gerekir. Bu etkinin batılı ressamların çalışmalarından haberdar olan veya onları gören Osmanlı yöneticilerin düşünce düzeyinde resme karşı duyulan tutuculuğu, gevşetici, öte yandan bazı teknik konularda resmin gereğine inandırıcı, resme yetenekli kimseler üzerinde ise, minyatür türü resim dışındaki resmin özelliklerini öğrenme imkanı kazandırdığı nihayet kuşkusuzdur”25 Aslında Mühendishane-i Berri Hümayün’la ilgili veriler yan yana geldiğinde çağdaş Türk resminin temellerini görmekteyiz. Bu örnek okul daha sonra diğer askeri okullara da referans olmuş ardından yine çağdaş anlamda eğitim veren Harbiye, 1834 Tıbbiye 1827 ve Bahriye gibi batı tarzındaki asker kökenli yüksek okullarda da bu eğitim anlayışı sürdürülmüş hatta büyük bir gelişme kaydedilmiştir. Bu sözünü ettiğimiz Harbiye ve Tıbbiye gibi askeri okullarda eğitim batılı okullara göre verilmekte ve çağdaş bireyler yetiştirilmekteydi. Çağdaşlık yolundaki gelişmelerin sanat göstergelerini içeren bu kurumların, sanat alanındaki çabaları oldukça önemli oluşumlardır. İnsanlığa, kendi kültürünü aktarma süreci olarak tarif edilen eğitim faaliyetleri, Osmanlı toplumunda asırlar boyunca medreseler tarafından verilmiş, geleneksel insan yetiştirme kurumundaki ilk değişiklikler ise II. Mahmud döneminde, Batı usulünde askeri eğitim veren bu okulların açılmasıyla başlamıştır. Yine bu dönemde Osmanlının Batı’ya göre geri kalmasını önlemek amacıyla Tanzimat 1839 olarak bilinen ve Meşrutiyet’e kadar ulaşan reform hareketi yapılmıştır ki bu reform hareketi daha çok kamu hedefleri ve sivil ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir ve bu yenilikler okullardaki eğitimle başlamıştır. Bu nedenle teknik nitelikteki resim dersleri, askeri okulların hemen hemen hepsinde müfredata alınmıştır. Bu bağlamda Osmanlının son yıllarında önemli değişiklikler yaşandığı 25 Mustafa Cezar, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, görülmektedir. Bu değişikliklerin konumuz açısından en önemli olanı elbette ki batı usulü tuval resminin yaygınlaşması olmuştur. İşte bu batılı anlamda Türk resim sanatının temelleri asker ressamlar olan Ferik İbrahim Paşa, Ferik Tevfik Paşa, Hüsnü Yusuf gibi isimler tarafından atılmıştır. Fakat bundan sonra gelen kuşaktaki asker kökenli bir diğer sanatçı grubu Türk resminin gerçek anlamda öncüleri olmuşlardır. Nihayet daha sonra üç büyük sanatçı ile anılan resim sanatımızın başlangıcı, aynı zamanda insan bedeninin de resme aleni bir şekilde girdiği zaman dilimi başlamıştır. Bu ikinci kuşak asker ressamlar arasında Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid Bey, Hüseyin Zekayi Paşa, Halil Paşa ve Hoca Ali Rıza gibi isimler yer almaktadır. Osmanlı sarayı askeri okul çıkışlı ressamlardan yetenekli bulduklarını Avrupa’ya sanat eğitimi almaya göndermiş ve her biri askeri okullarda yetişmiş olan resme istidatlı bu gençler ilk kuşağın ardından Paris’e ikinci kuşak ressamlar olarak resim öğrenimine gönderilmişlerdir. Bu sanatçılar vatana döndüklerinde eğitimci olarak görevlendirilerek yeni nesillerin yetişmesini sağlamış sanat alanında büyük gelişmelere ortam hazırlamışlardır. Bu sayede batı yöntemlerini benimsemiş olan okullar neticesinde batı resim tekniği de programlı bir şekilde eğitim hayatına girmiştir. Batının yüzyıllar önce geçtiği aşamaları birkaç senede ulaşmak elbette çok zordu fakat onlar yeni bir başlangıcın temelini atmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Toplumda oluşan figür yasaktır anlayışının gölgesiyle yapılan ilk figür denemeleri başarısız kalmış hatta resimlerde pek fazla insan bedeni kullanılmamıştır. Sanatçıların insan figürüne yönelmelerinin içinde bulundukları kültürel durum nedeniyle güç olduğu 1840’lı yıllarda fotoğrafın Osmanlıya girdikten sonra yaptıkları çalışmalardan daha iyi anlayabilmekteyiz. İçinde figür bulunduğu halde çekilen fotoğraftan kasıtlı bir şekilde çıkarılması buna en iyi örnektir. Bkz. Resim 8- 9 Döneminin fotoğrafhanelerinden Ermeni asıllı Abdullah Biraderler ve Sabah’ın fotoğraflarından figürleri kasıtlı bir şekilde çıkarmışlar sadece manzaraları kopya ederek çalışmışlardır. Eserlerinde fotoğraf algılarındaki özgünlük açık bir şekilde görülmekte ve resme farklı bir gerçeklik yorumu katarak çalıştıkları eserlerinde insana bilinçli bir şekilde yer vermedikleri de çok açık bir dille anlaşılmaktadır. Arseven’in bu konuyla ilgili metninde verdiği bilgi bu konuyu en iyi biçimde açıklamaktadır. fotoğraflardan büyütmek veya basma resimlerden kopya etmek suretiyle yapılan bu resimler Göksu, Kağıthane, Kız Kulesi, Beylerbeyi Sarayı, ormanlık gibi figürsüz sırf manzara meyve ve çiçek resimleriydi. İnsan resimler ile kompozisyonlar yapılmazdı’’ 26 Bu konuya en iyi örnek asker ressamları etkin olduğu dönemde primitifler olarak adlandırılan Hüseyin Giritli, Fahri Kaptan, Ahmet Ragıp, Salih Molla Aşki, Lofçalı Ahmet, Kasımpaşalı Hilmi gibi ilk dönem sanatçıların eserleridir. Bu sanatçıların resimlerinde aynı fırçadan çıkmış gibi bir izlenim görülmekte ve sadece manzara resimlerine yer verilmektedir. Yıldız Saray’ı bahçesi, Beylerbeyi gibi padişahın yaşadığı bölgeler özellikle resmedilmekteydi. Hüseyin Giritli’ye 1873-? ait “Yıldız Sarayı Bahçesi” Bkz. Resim 10 adlı resminde kocaman bir havuz etrafında sokak lambaları, geniş bir gökyüzü, bahçe ve genel görünüme yer verilmiş, hava perspektifi kullanılmıştır. Dikkat çekici olan hiçbir insan figürüne yer verilmemiş olmasıdır ki bu doğaya olan ilginin temelinde figüründen kaçısın yattığını göstermektedir. “Bu resimlerde figür olmamasına karsın manzaranın önündeki bir gözün duygulu ve kendinden geçmiş ruh halini hissederiz. Bu resimler figür çağrışımı ile doludur, bomboş bir park sırf bu boşluğu ile orada izleyicinin, gezintisini düşlettirir bu sükunet davet edicidir...” 27 Geçmişten geleceğe doğru yöneldiğimiz araştırma konumuzun içeriğini insan bedenini oluşturduğu için tümelden tikele inerken yine insanı konu olan sanatçılarımız üzerinde yoğunlaşmakta özen göstermekteyiz. Kültürel değişimin zorunlu itişiyle ortaya çıkan figür konusu resim sanatının önemli bir parçası olmuştur. Figür resminin iyi gözle bakılmamasının etkisiyle geri planda kalan figür 26 Celal Esad, Arseven, Sanat ve Siyaset Hatıralarım, İletişim Yayınları, İstanbul 1993, 27 N. Jale Erzen, “Türk Resminde Figür”, Boyut Güzel Sanatlar Dergisi, İstanbul 1984, dönemden döneme, eserden esere, sanatçıdan sanatçıya farklılık göstererek sonuca varmış böylece var olmuştur. Bu var olma çabalarının başlangıcında her ne kadar beden sorunu yaşanmış olsa da zamanla resmin içine girmeyi hatta en geniş yeri tutmayı başarmıştır. Paris’e öğrenim için gönderilen gençlerin kalması ve çalışması amacıyla Mekteb-i Osmani kurulur. Gönderilen bu gençler 1874 yılına kadar bu binayı kullanmışlar burada modelden çalışma olanağı bulmuşlardır. Modelden çalışan sanatçılar arasında yer alan Süleyman Seyyid’in manzaraları işleyişinde gösterdiği ustalığı yanında figürleri işleyişindeki ustalığının yeterli olmadığı görülmektedir. Seyyid’in resimlerinde figür arayışları vardır fakat figürün anatomik bozukluğu dikkat çekici boyuttadır buna örnek olarak, “İhtiyar Adam” Bkz. Resim 11 adlı yapıtını gösterebiliriz. Resimde ihtiyar bir adam hafif eğik, elinde asasıyla ayakta durmaya çalışır vaziyette gösterilmiştir. Ayaklarına baktığımızda yandan görünmesine rağmen figürün gövdesi olması gerekenden fazla cepheden çalışılmış, bu da ayaklarının aksine figürün bize dönük olduğunu hissettirmektedir. Sanatçı figüre ilgi çekmek istese de duruşundaki anatomik bozukluk rahatsız edici boyutlarda olduğundan figür resmi açısından oldukça başarısız bir denemedir. 1864’te Sultan Abdülaziz tarafından Fransa’ya yollanan Şeker Ahmet Paşa 1841- 1907 ise batı etkilerini kendi sanatına farklı şekilde yansıtmış ve yerli tavrından vazgeçmemiştir. Yağlıboya ressamı olan Ahmed Ali Şeker Ahmet Paşa Türk primitifleri gibi figürden olabildiğince uzak durmuş, Fransa’da modelden çalışmalar yapmış olmasına rağmen Süleyman Seyyid’le benzer özellikler göstererek insan figürüne korkuyla yaklaşmıştır. Sadece manzara resimlerinde belli belirsiz figürler bulunmaktadır. “Ormanda Oduncu” Bkz. Resim 12 adlı eserinde uzaktan bakıldığında şekli belli olmayan bazı din adamlarının caiz gördüğü sınıfta sayılabilecek kadar belirsiz bir figür görülmektedir. Ormanda Talim Yapan Erler gibi manzara resmi olarak ele alınan eserlerinde figür kullanımı oldukça zayıftır. Bu resimlerinde figür adeta ele alınan manzara içinde kaybolmuştur. Bu belli belirsiz denemelerinin dışında O’nun çalıştığı tek figür resmi “otoportresi” Bkz. Resim 13 diyebiliriz. Paleti ve fırçasıyla resim geleneğine sahip çıkmayı simgeleştiren bu eseri figür ve portre alanında yapılmış önemli ve ilk başyapıtlardan birisidir. Yaşadığı dönemden izler taşıyan bu portre de sanatçı elinde tuttuğu paletin aksine başında fesi ve takım elbisesiyle ile bir memur edasında poz vermiştir. İçinde yaşadığı dönem söylemek istediğini birden bire ortaya koymasını engellemiştir. Şeker Ahmet Paşanın Türk resmine sağladığı katkılardan en önemli olanı da çoğunluğunu azınlık sanatçıların oluşturduğu ilk resim sergisini açmış olmasıdır. 1872 yılında açılan bu sergi Sultanahmet Sanayi Mektebi’nde açılmıştır. Toplumun sanat ile tanışmasına öncülük eden sanatçı olmasıyla da önem taşımaktadır. İnsan figürü karşısındaki bu tutukluk kuşağın diğer asker ressamlarınca da devam etmiş yüzyıllar boyunca yerleşmiş olan figür yasağı tam anlamıyla yıkılamamıştır. Buna rağmen perspektif ışık-gölge resim sanatımızın içine yerleşmeye başlamıştır. Yelpazeli Kadın - Nazlı Ecevit Kadın, günümüze gelinceye kadar, hemen her dönemde ve her toplumda önemli olmuştur. Antropologlara göre eski toplumlarda uygarlık kadınlar eliyle başlamış. İlk ipi yapmayı akıl eden, yiyecekleri koymak için taştan ve kilden kap kaçağı yapan, yenecek ve ilaç olarak kullanılacak bitkileri, ateşi bulan, hayvanları evcilleştiren kadınlarmış. Çığ, 201276 Bütün bunlar onların yaratıcı olarak tanımlanmasına neden olmuştur. Türk toplumundaki kadın da yaratıcılığını kullanmış, örneğin halı ve kilim dokuyarak, oya yaparak, nakış işleyerek ve bunun gibi daha pek çok farklı alanlarda kendini ifade ederken sanatta da varlık gösterebilmiştir. Özellikle de Türk kadını 18. yüzyılda sesini duyurmaya başlamıştır. Osmanlı'da batılılaşma sürecinin 18. yüzyılda başladığı bilinmekte, Osmanlı Türkiye'sinde ekonomik, siyasal, toplumsal ve askeri alanlarda yaşanan gelişmelere paralel olarak yoğunlaşan batılı tarzda yaşama isteği, bilindiği gibi sanatın her alanında da hissedilmeye başlamıştır. Türk resim sanatı tarihine göz atıldığında ise, 19. yüzyıla kadar, temeli Türk-İslam geleneğinde yatan minyatür sanatının egemen olduğu görülmektedir. Ancak 18. yüzyıl başlarından itibaren yaşanan değişim resim alanında da etkilerini göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye modernleşmesinin sanata yansıması, Aydınlanma Çağı olarak adlandırılan tarihsel dönemle belirgin yakınlıklar içerir. 17. yüzyılda başlayan ve daha çok 18. yüzyıla tarihlenen Aydınlanma Dönemi, düşünce, bilim, teknik ve toplumsal yaşamda köklü değişimlerin yaşandığı, tanrı, akıl, doğa ve insan kavramlarının yeni bir anlayışla sorgulandığı, Sanayi ve 1789 Fransız Devrimleri’nin modernleşmeyi tetiklediği bir süreçtir. Aklı, kurucu ilke olarak benimseyen aydınlanma felsefesiyle biçimlenen bu yeni dönem, dünyayı kavrama, toplumsal ve ekonomik dinamikleri önemseme, özgürleşme, gözlem ve deney yapmaya, bilgiye ulaşmaya, geleceği projelendirmeye, dinin toplumsal alanda etkinliğinin azalmasına bağlı olarak modern dünyanın da temelleri atılmıştır. Yaman, 201291 Osmanlı'da ilk batılılaşma hareketleri askeri alanda da hissedilmiş ve batı anlayışıyla ilk sanat çalışmalarına da asker ressamlar önderlik etmiştir. Saray çevresinde yoğunlaşarak halktan kopuk bir biçimde başlayan bu batılılaşma hareketi zaman içinde saray dışına ve hatta İstanbul dışına da taşmaya başlamıştır. Yeni Türk devletinin kurulduğu yıllara gelinceye kadar geçen dönemler, bir bakıma çağdaş Batılı sanat tekniklerinin kavranmaya çalışıldığı, senteze bağlı yöntemlerin araştırıldığı ve geleneksel kültürden çağdaş kültüre geçiş sorunlarının çözümü için ilk adımların atıldığı yıllardır. Berk, 19839 İslam inancında çizmek yaratmayla eş tutulmuş olduğundan sanatçının canlı varlıkları çizmesi ya da ifadelendirmesi uzunca bir süre yanlış kabul edilmiştir. Hristiyanlık'ta olduğu gibi özellikle insanın resimlenmesi mümkün değildi. Bu kısıtlamaların hat sanatının gelişmesine önemli ölçüde katkısı olduğu bilinmektedir. Ülkemizde bir sanat eğitimi kurumuna olan ihtiyacı ilk fark eden ise Osman Hamdi Bey’dir diyebiliriz. Osman Hamdi Bey, Türkiye’de sanat eğitimi veren bir okulun eksikliğini ve gerekliliğini fark ederek, 1881 yılında II. Abdülhamid ve Ticaret Nezareti'nin de iznini alarak, müdürü olduğu Arkeoloji Müzesi’nin tam karşısına 1882 yılının sonlarına doğru Sanayi-i Nefise Mektebi’nin inşaatını başlatmıştır. 3 Mart 1883 yılında da Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılışı gerçekleşmiştir. Ülkemizde kurulan ilk resmi sanat eğitimi kurumu kimliğine sahip olmasına rağmen Sanayi-i Nefise’ye kız öğrenci kabul edilmiyordu Dilmaç, 2011201. 1859’da açılan ilk kız rüştiyesi ise kadınların uzun süre sübyan mektebinden sonra gidebileceği tek öğretim kurumu olmuş, bu arada dönemin erkek ressamlarının arasında varlık göstermeye çalışan kadın ressamların eğitimleri 1859’a kadar sübyan mektebiyle sınırlı kalmıştır Seyran, 20057. Kızların henüz Sanayi-i Nefise Mektebi Âlisi’ne kabul edilmedikleri bu dönemlerde ancak 1914'te kızların sanat eğitimini amaçlayan İnas Sanayi-i Nefise mektebi kurulmuş. Durum böyle olduğundan kadın sanatçılar için koşullar görüldüğü üzere biraz daha zor, meşakkatli ve kısıtlayıcı olmuştur. Dönemin Müslüman kadın sanatçıları çoğunlukla saray çevresine yakın bürokrat ailelerinin kızlarıdır. Bunlar genellikle Üsküdar Kız kolejinde veya evlerinde ilk eğitimlerini tamamlamış daha sonra da Sanayi-i Nefise mektebinde ya da yurt dışında batılı sanatçılardan resim eğitimi alabilme şansı yakalamış kadın sanatçılardır. Aldıkları bu eğitimlerden sonra kadınlar resim alanında kısmen de olsa varlık gösterebilmişlerdir. Osmanlı döneminde batılılaşma süreci yaşanırken bu süreç içinde yeni kadın tipine örnek oluşturacak iki kadın sanatçıyla karşılaşıyoruz. Bunlar Mihri Müşfik ve Müfide Kadri'dir. Toplumsal değişimin simgesi olan bu iki sanatçı aynı zamanda Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını ilk başlatan kadın ressamlarımız olarak varlık gösterebilmişler ve ilk kuşak kadın sanatçılarımızın yetiştirilmesinde de önderlik etmişlerdi. 1. Mihri Müşfik Avrupai bir eğitim alan, edebiyat, müzik ve resim ile ilgilenen Mihri Müşfik 1886 yılında İstanbul'da doğdu, 1954'te New York'ta 68 yaşında öldü. 1913 yılında İstanbul Darülmuallima'da Kız Öğretmen Okulu resim öğretmenliği, İstanbul'da ilk Kız Güzel Sanatlar Akademisi'nde İnas kız Sanayi-i Nefise Mektebi eğitimcilik ve idarecilik yapmış Tansuğ, 2012137, Nazlı Ecevit, Aliye Berger, Fahrinüsa Zeyd gibi pek çok kadın sanatçının yetişmesine önderlik etmiştir. Türkiye’de çağdaş Türk kadın ressamlarının ilki olarak bilinen, zaman zaman çarşaf giysileri, zaman zaman çiçekli hasır şapkaları ve zarif iskarpinleri ile alaturkalık ile alafrangalığı bir arada yaşayan sanatçı o dönem kızlar için faaliyete geçirilen resim atölyelerinde güçlü iradesi ve zekâ dolu kişiliği ile etkin olmuştur Tansuğ, 2012137, Abdülhamit döneminde saray ressamı olan Zonaro’dan resim dersleri almış deseni sağlam bir sanatçıdır. Resimlerinde konu olarak portre ve figür üzerinde yoğunlaşmıştır. Özellikle portrelerinde yaşadığı dönemin akımları olan kübizmin ve ekspresyonizmin etkileri görülür. Bir portre ressamı olarak tanımlayacağımız sanatçıyı fırça vuruşlarındaki ve ışığı kullanışındaki rahatlık dikkat çekicidir Resim 1, 2, 3, 4, 5. Bu batılılaşma döneminde Tevfik Fikret ile de dost olmuş Edebiyat-ı Cedide şairlerinin yazdıklarını resimleyerek bir “Edebiyat-ı Cedide Resmi” yaratmıştır. 1915 yılında, Tevfik Fikret’in ölümü üzerine, yüzünün kalıbını alarak heykelini yapan Mihri Müşfik Türkiye’de ilk mask çalışması yapan sanatçı olarak bilinmektedir Kargın, 2010. 1923 yılında İtalya’da Papa’nın portresini yapmış ve bir kilisenin fresklerinin onarımında çalışmıştır. Bu tablosu Vatikan Müzesi’ndedir. Sanatçı Atatürk’ün ayakta pelerinli bir portresini yapmış ve eserini Atatürk’ün kendisine vermiştir. Uzun yıllar kayıp olan bu tablo 90'lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Mihri Müşfik’in günümüze ulaşabilmiş ve kayda alınmış 150 eseri bulunmaktadır. Kargın, 2010. 2. Müfide Kadri Müfide Kadri 1889-1912 yılları arasında yaşamış kısacık hayatında zamanının kadın ressamları arasına adını yazdırmayı başarmış bir kadın sanatçımızdır. Ölümünden sonra babası tarafından yapıtları sergilendiğinde, üstün yeteneğe sahip olduğu görülmüştür.Tansuğ, 2012136. İyi bir eğitim alan Müfide Kadri, Önce Osman Hamdi Bey'den, sonra da Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından olan İtalyan Profesör Valeri’den suluboya ve kara kalem desen dersleri almıştır. İstanbul Kız Lisesi'nde resim öğretmenliği yapmıştır. Ödül alan ilk kadın sanatçımızdır. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti üyesi olan sanatçının, Almanya’daki bir sergide resmi ödül kazanmıştır. Resim dışında müzik ile de ilgilenmiş, besteler yapmıştır Erden, 2012, 76. Resimlerinde portreleri Resim 6, 7, peyzajları Resim 8, 9, natürmortları Resim 10 konu olarak ele almış olan sanatçının eserlerine dikkatlice bakıldığında hepsinde şiirsellik, hassasiyet ve duyarlılık hissedilebilmektedir. Özellikle portrelerine dikkat edildiğinde modelin dış görünüşünün yanında iç dünyasının da yansıtıldığı bir ifade biçimi kullandığı gözlenir. 3. Celile Hikmet Enver Önemli kadın ressamlarımızdan olan sanatçı 1880-1956 yılları arasında yaşamış. Babası Enver Paşa'nın saraya yakınlığı nedeniyle Saray Ressamı Fausto Zonaro'dan resim dersleri almış bir portre sanatçısıdır Resim 11, 12, 13, 14. Portre dışında nüler çalışmıştır Resim 15. Realist bir tarzda yaptığı natürmortları da bulunur Resim 16. Resimlerinde pastel renklerin hâkimiyeti dikkat çekicidir. Celile Hanım Türk şiirinin önemli isimlerinden Nazım Hikmet’in annesidir. Nazım Hikmet'in şiir hocası Yahya Kemal’e âşık olmuş ancak evlenememişlerdir. 4. Melek Ziya Celal Sofu Dönemin kadın sanatçıları arasında sanat eğitimlerine devam edenlerin büyük bir kısmının çalışmalarını yurt dışında sürdürmüş olmalarından da anlaşılacağı gibi, o dönemin kadın ressamlarına Türkiye’deki sanat ortamında yeterince yer verilmemiştir. İtalya, Fransa ve Amerika’da çalışmalar yapan Mihri Müşfik gibi ressamlık ve yazarlığın yanı sıra heykeltıraşlık yönü de bulunan Melek Celal Sofu da Almanya’da çalışmalarını sürdürmüştür Erden, 2012, 81. Kısacık hayatında 1896-1976 resim, heykel, güzel yazı ve süsleme sanatlarıyla ilgili pek çok alanda dersler almış ve çalışmalar yapmış. Nazmi Ziy'dan resim dersleri alan Melek Hanım, Güzel sanatlar Akademisi'ne de misafir öğrenci olarak devam etmiştir. Realist üslupla resim yapan ve klasik resim anlayışını koruyarak çalışan Melek Celal Sofu’nun resimlerinde konu olarak daha çok natürmortlar Resim 17, portreler Resim 19 ve nüler Resim 20, 21 dikkati çekmektedir. Resim 18'de ki çalışmasında çağdaşlaşma yolunda batı dünyasının ortaya koyduğu yenilikleri benimsemiş bir sanatçı olarak TBMM'de kadın konuşmacıyı anlatan çalışması kadının mecliste bulunabilmesi ve konuşabilmesi açısından önemlidir sanatçının bu eseri İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde bulunmaktadır. İlk kişisel sergisini Münih’te açan sanatçının Devlet Resim Heykel Müzesi'nde Polonyalı sanatçı Bilinsky’nin tunçtan yapılmış heykeli bulunmaktadır. 5. Nazlı Ecevit İstanbul’da 04 Ocak 1900'de doğan ve 14 Ağustos 1985'te Ankara’da vefat eden Nazlı Hanım, Beşiktaş İnas Rüştiyesi’ni Kız Ortaokulu bitirdikten sonra Darülmuallimat'a Kız Öğretmen Okulu yatılı olarak kabul edilmiştir. Daha sonra İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nde eğitimini sürdürmüş ve Ankara Kız Lisesi’nde ve Musiki Öğretmen Okulu’nda uzun yıllar resim öğretmenliği yapmıştır. Yaşamı boyunca kara kalem, desen, portreler çalışmış daha çok da kadınları konu almış ve ev içinde günlük halleriyle kadınları ifadelendirmiş Resim 22, 23, manzaralar ki bunlar da genellikle İstanbul manzaralarıdır Resim 26, 27, natürmortların da ise vazo içinde çiçekleri konu almıştır Resim 24, 25. Başarılı eserleri arasında sayılan Kerime Salahor portresi Devlet Resim Heykel Müzesi'ndedir. Eşi Fahri Ecevit ile oğlu Bülent Ecevit’in, ressam Şeref Akdik ile ressam Güzin Duran’ın, Leman Alp ile Fatma Adalan’ın portreleri sanatçının beğenilen eserleri arasındadır. Nazlı Ecevit en uzun süre resim yapan, en çok eser veren kadın ressamlarımız arasında yer alır. Eserlerinin en önemli özelliği değişik akımlara kapılmadan, gerçeklerden ayrılmadan, aşırılıklardan uzak bir şekilde fırçasını kullanmasıdır. Altmışa yakın karma sergiye katılmış, on kadar kişisel sergi açmıştır. 6. Maide Arel 1907 ve 1997 yılları arasında yaşamış kübist kadın sanatçılarımızdandır. Ermeni asıllı sanatçı Güzel Sanatlar Akademisi'nin Nazmi Ziya ve Hikmet Onat atölyelerinden mezun olmuştur. Kübist üslupla resimler yapmış olan sanatçı dış görünüşü ifadelendirirken konunun iç dünyasını da ifadelendirmeye çalışmış, çalışmalarında konuyu ana parçalara bölmüş ve sonrada kişisel duyarlılığına göre estetik bir düzende bir araya getirmiştir. Viyana’da özel müzede eseri bulunmaktadır. Sanatçı ilk kişisel sergisini de 1951 yılında İstanbul'da açmıştır. Daha çok eserlerinde kadın figürlerini kullanan sanatçının Resim 28, 29, 30, hayatın içinden güncel birçok konuyu da işlediği görülmektedir Resim 31, 32, 33, 34. 7. Eren Eyüboğlu Cumhuriyet döneminin önemli kadın sanatçılarından olan Eren Eyüboğlu 1907'de Romanya’da doğmuş ve 1988 yılında İstanbul'da ölmüştür. 1929'da Paris’e giderek Julian Akademisi’nde 4 yıl boyunca boyunca André Lhote’un öğrencisi olmuştur. Anadolu insanının yaşam biçimini tuvaline folklorik özellikleri koruyarak ve plastik öğelerle birleştirerek yansıtan sanatçı yapıtlarında ayrıntıdan uzaklaşarak; sadeliğe, ritmik çizgi ve heyecan verici, coşkulu renk uyumuna önem vermiştir. Resim 35, 36, 37, 38, 39, 40'ta peyzajları ve figürlü çalışmaları görülebilir. Eren Eyüpoğlu, ressam kimliğinin yanında mozaikçi ve seramik ustası olarak da bilinir. Sanat anlayışından hiç ödün vermeyen Eyüboğlu mitolojik konulu resimler de yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu'yla evlenerek İstanbul’la gelmiş, Anadolu’yu adım adım gezmiş ve Anadolu insanını soyutlamacı ve Ekspresyonist bir anlatımla tuvaline yansıtmıştır. Sanatçının Ankara Etibank da, Hacettepe Hastanesi'nde, Ankara Çocuk Hastanesi'nde, İstanbul'da Cerrahpaşa ve Haydarpaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nde mozaik panoları da bulunmaktadır. 8. Şükriye Dikmen Cumhuriyet dönemi kadın ressamlarımızdan bir diğeri de 1907-2000 yılları arasında yaşamış Şükriye Dikmen’dir. Sanatçı resimlerinde konu olarak genellikle kadın portreleri çalışmış özellikle de tek bir kadın figürünü ele almıştır Resim 41, 42, 43. Soyutlamayı yalınla birleştirmeyi başarmış ender sanatçılarımızdandır Resim 44, 45, 46. Zeki Kocamemi, Nurullah Berk ve Cemal Tollu'dan dersler alan sanatçı kadın ressam olmanın zorluklarını da aşarak kendine Türk resmi içinde saygın bir yer sağlamıştır. Resimlerinde kompakt plastik değerler bulunan Eren Eyüboğlu gibi Şükriye Dikmen de, akademik çalışmalarını izleyen bir dönemden sonra, keskin dış çizgilerle oluşturduğu portre ve natürmortlarıyla D grubunun ilkelerine de bağlı kalmıştır Tansuğ, 2012, 225. Türkiye’de kadın sanatçı olmanın ne denli zor olduğu düşünüldüğünde bu zorlukların üstesinden gelmiş bir kadın sanatçımız olarak önemlidir. Naile Akıncı, Semiha Berksoy, Leyla Gamsız, Leman Tansuğ gibi isimleri de saymak gerekir. 9. Mürşide İçmeli 1930 yılında İstanbul’da doğan en önemli kadın, özgün baskı sanatçımızdır. Resim çalışmalarına 1947 yılında İstanbul Çapa Kız İlk öğretmen Okulu resim seminerinde başlamış ve Bursa ve Konya Kız İlk öğretmen Okulları'nda öğrenimine devam etmiştir. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nden 1953 yılında resim-iş öğretmeni olarak mezun olmuş. Bir süre Afyon Lisesi’nde resim-iş öğretmenliği yaptıktan sonra, 1959 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne grafik asistanı olmuştur. Akademik çalışmaları sırasında birçok sanat eğitimcisi yetiştirerek sanata ve eğitime önemli katkılarda bulunmuştur. Çok sayıda ödülü bulunan sanatçı, ilk kişisel sergisini 1976'da açmıştır. Anadolu uygarlıklarından, etkilenmiş, yaşam ve ölüm konularını işlemiş, bütün bunları da simgesel soyut bir dille aktarmaya çalışmıştır. Sanatçı bu soyut ve geometrik biçimleri kompozisyonlarında kontrastlara önem vererek işlemiştir Resim 47-53. Tarihsel süreç içinde erkek egemen toplumlarda birçok başarı elde etmiş olmalarına rağmen kadınlar her zaman erkeğin gölgesinde kalmıştır. Sanat faaliyetlerine bakıldığında da durum aynıdır. Birçok güçlükle karşılaşan içinde bulunduğu dönemin birçok zorluklarına karşı direnen kadın zaman içinde toplumlardaki kadına karşı konan katı kuralları yıkarak sanatçı ve eğitimci olarak varlık gösterebilmişlerdir. Türkiye’de kadınların sanat üretimine katılımı 19. yüzyılın ikinci yarısında batılılaşma hareketlerinin bir sonucu olarak gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Ancak kadınlarımızın sanatçı ve eğitimci kimliği, Cumhuriyet dönemi ile belirginleştiği görülmektedir Dilmaç, 2011, 113. Yrd. Doç. Dr. F. Emel Ertürk / Atılım Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Kaynak Azeri, Nazan. Modernleşme Sürecinde Kadın Ressamlar. New Wave Berlin Sergi Kataloğu. 2. Berk, Nurullah-Kaya Özsezgin. Cumhuriyet Dönemi Türk Resmi. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983. 3. Çığ, Muazzez İlmiye. Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği. Analiz Basım Yayın, İstanbul, 2012. 4. Dilmaç, Oğuz. Türkiye ev Avrupa'da Kadınların Sanat Eğitiminin Karşılaştırmalı Tarihçesi. M. Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 2011. Sayı 34, Sayfa 99-115. 5. Emine, Seyran. Mihri Müşfik Yaşamı ve Sanatı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Sanatı Anabilim Dalı, İstanbul, 2005. 6. Erden, Osman. 19’uncu yüzyıldan 1960’a kadar Türk Resim Sanatı Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey. Boyut Matbaası, İstanbul, 2012. 7. Kargın, Nursel. İndigo Dergisi Sanat. 7 Mart 210. 8. Tansuğ, Sezen. Çağdaş Türk Sanatı. Remzi Kitabevi. İstanbul, 2012. 9. Zeynep Yasa-Yaman. Ankara Resim ve Heykel Müzesi. T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sanat Eserleri Dizisi 486, Ankara, 2012.

cumhuriyet öncesi ve sonrası fotoğraflar